banner14

        Bu özellikleri liyakatla taşıyan Karahisartatlısı Köyümüzünde belgeselini yazabilmek için 2019 Aralık ayından beri çalışıyorduk. Konuyla ilgili uğraşlarımız arasında 30-35 kişilik bir kaynak guruptan 100 yılı kapsayan yakın geçmişe ait bilgiler topladık.

          Köyünüzün, arazisi, pınarları, eşmeleri, bağları, bostanları, bahçeleri, yaylakları, sayfiye alanları ve eski odalarını dolaştık. Kurumsal arşivleri, tarihi kaynakları tetkik ettik. Bizlere klavuz olup yardımcı olan tüm güzel insanlarınıza gönül dolusu teşekkürlerimizi sunarken, güleryüzü, cömert gönlü ve misafirperliğiyle yüreğimizi fetheden muhtarınız ve ihtiyar heyetine ayrı bir teşekkürü borç biliriz.

Tabiiki bu belgeselde adalet ve asaletleriyle her gönülde iz bırakıp, köyünün ve köylüsünün adını yükselterek, yücelten tüm değerlerinizi, köyde ve çevresinde bilinen adları, vasıfları ve lakaplarıyla aktardık. Araştırma yazımızda adları geçen ve çoğu ebediyete intikal etmiş asil soylu, pak yürekli köy büyüklerinizi, araya uzun yıllar bile girse asla unutmamanızı, hatıralarıyla yaşatmanızı, yeni nesillerinize emek ve erdemleriyle birlikte tanıtmanızı ve tanıtılmasını amaç edindik.

Bu belgeseli köyü, köylüsü, tarihi ve kültürüne sadık, memleketi ve milletine yürekten sevdalı vatansever nesillerin yetişmesine vesile olabilmek amacıyla hazırladım ve yazdım.

Babam Rıfat ÇAKIR’la birlikte harcadığımız tüm emek ve fedakarlığı sizin için üstlenirken asla ve asla hiç kimseden bir beklenti içerisinde olmadık. Tabiiki eleştirilerinize açığız ama kültür insanı kimliklerimizle de teşekkürlerinizi almak gönlümüzü hoş edecektir. Diyelim ki biz Karahisartatlısı belgeselini yazmasaydık, yeni nesilleriniz nerden bilecekti gerçek ağa, efsane muhtar Hasan Çavuşun Ali’yi;…

Aşını-işini, emeğini hiç kimseden esirgemeden ömrünü köyüne adayıp, herkesin yanında-yardımında olan Hacömerin Bacahsız Irıza’yı;…. Cömert gönülleri ve has karakterleriyle sadece sizin köyün değil tüm Yozgat’ın adını büyüten Hamurcular Sülalesinden Çölloğon uşakları Ali’yi, Gara Ahmet’i, Irıza’yı, Ömer’i, Şıhı’yı, Gadir’i ve Dede’yi;…

Bakkalından onlarca garibi gizlice onurunu kırmadan doyuran, parasız ekmek verip, zor günlerinde Hızır gibi imdadına yetişen merhamet abidesi Şıhı Memmedin Selami’yi;…Köye kim gelirse gelsin herkese sofra serip, misafir eden koç yiğitleriniz, namlı ağalarınız ve hanedan zadeleriniz Gobel Osman’ı, Kor Yusuf’u, Gırımın Efendi’yi, Kor Hurşut’u, Çırah Bilal’ı, Komürcünün Şevket’i, Kel Salif’i, Gara Davut’u, Çahırın Şevket’i, Kor Ömerin Şekir’i ve Hacı’yı unutup gidecektiniz. Bu güzel insanların şanını, büyüklüğünü kim bilipte anlatacaktı. “Er Lakabıyla Anılır” sözünden yola çıkarak, bu güzel insanların güzel hatıralarını eksik ve yanlışlarımızla eleştirilerinize açık bilinen lakaplarıyla sunuyor, güzel köyünüzü güzel gönüllerinize arzederken, Dünyaya da tanıtıyor, ölümsüzleştirerek arşivliyoruz...

Evet Güzel insanlar….

Akdağmadeni coğrafyasının en güzel ve özel mekanlarından biriside sizin Karahisartatlısı Köyüdür. Tarihi zenginliği, estetik dekoru ve vefalı insanlarıyla Bozok platosunun en seçkin şahsiyetlerinin yaşadığı bu köyde onurlu Türk kültürünün geleneksel ritüellerinin bir çoğu halen orijinaline en yakın formatlarıyla uygulanarak yaşatılıyor. İlkesi, ülküsü ve ülkesi için canları ve cananlarını feda etmekten çekinmeyen şehitleri ve yiğitleriyle tanınan bu köyün milli ve manevi değerlerine sadakatle bağlı, bilge, arif, aydın ve saygın değerleri var.

Sadece bağı, bosdanı, tarlası, bahçesi değil, gönülleri de bereketli ve cömert bu köyde eskiden bir karış yer bile boş bırakılmadan ekilip, biçilir, işlenirmiş ama şimdi maalisef bu çok verimli, estetik ve kıvamlı arazinin çoğu boş. Bir zamanlar Bosdan Yeri ve Aşşağ Öz’deki meyveler, sebzeler, Gocabayır, Ağgaya, Beşiktepe, Yaylalık, Boztepe ve Balgayaları’ndaki türlü nebatlarla süslü zengin ekosistem kozmetik sektöründe uğraşanları ve farmakologları bile büyülermiş. Bozok platosunun misafire kapısı ve sofrası açık, hoş sohbet, cömert ve birbirinden hanedan gönülleri olarak bilinen Tat’lıların, Çahmahlı, Boztepe, Hasan Harmanı, Sarıdede, Oruç Yurdu, Gaçahgayası, Garlıh, Korpınar, Soğütlüpınar, Belan, İğdenin Dere, Örenkalenin Önü, Çatağın Ağzı, Köyün Önü, Bağların Altı, Güney ve Sarıdede gibi görsel güzelliklere sahip çok verimli toprakları var.

Bilirsiniz ki, bizim oralarda “Er kişi lakabıyla anılır” derler yâ, bu köye yolu düşüpte Ali Özsu’nun, Gara Hasan Erdinç’in, Bakkal Hayati Atsız’ın, Tefiğin Hacı Mustafa’nın, Ahlak Halil’in, Garakelle’nin, Gara Necibin Şavgı’nın, Hacı Osman, Musa Çavuş, Hacı Ömer, Yasin Kâa, Hasan Çavuş, Mılla Emin, Abdılla Kâa, Kitiğin Halil, Mılla Sadığın Tefik, Veli Kâa, Üsüyün Efendi, Bekir Kâa, Garoğlan, Hasan Kâa, Dudunun Ahmet, Hacömerin Hakkı, Ali Çavuş, Tefik Kâa, Gadir Kâa, Alipire, Macirin Dede, Halilbâ, Hacı Memmed Kâ, Dursun Pehlivan, Nail Pehlivan, Mahmıt Pehlivan, Zilfinin Memmed, Necip Efendi, Akif Kâa, Şavgı Kâa, İbili Emmi ve Yasinin Nuru gibi gönül insanlarının ekmeğini, yemeyen, çayını içmeyen, hanesinde hatır hörmet görmeyen kimse yoktur.

Elinde yarım ekmeği bile olsa konuğuyla, komşusuyla paylaşan, vefası, sadakati, himayesi ve yiğitliğiyle gerçek saygıyı ve eşsiz değeri hakeden eşsiz gönül fatihleri Gara Hasan, Deli İsmayil, Lalığın Ali, Uzun İzet, Kısa Veysel, AbdıllaKânin Sayit, Hamıza, Hacömerin Halim, Memmet, Rıza, Nuru Özsu, Memmed Pehlivan, Musdafa Pehlivan, Niyaz Paşa, Ziya Paşa ve Macirin Salif gibi has karakterli değerlerin hepside engin erdemleri, izzet-ikramları ve kadirşinaslıklarıyla adamın kralı olarak tanınır. Sadece Karahisartatlılı genç kızların değil, Akdağmadeni dahil çevresindeki tüm köy ve kasabaların hanımlarının tamamının, bilgisine, görgüsüne, hanımlığına, hatınlığına ve becerisine hayran olup örnek aldıkları Necipağanın Feride, Ali Çavışın Fatma, Kadirin Ziyanın Anşa, Hacömerin Gamer, Macirin Dedenin Döndü, Mısa Çavışın Melek, Macirin Celalın Sultan, Hurşudun Medine, Çopurungızı, Topal Emine, Garoğlanın Gulizar, Abdıllakanin Celalın Iraz, Deliismayilin Döndü, Mısaçavışın Hasanın Gelin Fatma, Yasinin Müzülü, Zekine Aydoğdu, Gara Hasanın Asif, Ozanlı Elif Ebe, Alipirenin Fatma, Laliğin Alinin İsmi, Abdıllakanin Memmedalinin Zeynep, Kırımlı Osmanın Elmas, Macirin Salifin Hacca, Uzun İzetin Anşe, Hasançavışın Alinin Gulizar, Yasinin Halilin Fadime ve Hopuç’lu Abdıllakânin Celalın gelini Esme gibi lafı sözü dinlenilir, becerikli ve hatırı yüksek Osmanlı hanımların hepside Tat’lı. Sadece Karahisartatlısı Köyü değil Yozgat denilince ilk akla usta kalemi, derya bilgisi ve eşsiz eserleriyle Hocaların Hocası İhsan KURT ve Yozgatlıları bir gönülde toplayan Genel Başkan Ahmet KOÇ gelir. Bu güzel köyün Sadık Koç, Yusuf Solmaz, Tuncay Çiftçi, Erol Atsız, Halil Özsu, Doğan Çiftçi, Ahmet Baloğlu, Bekir Şaşmaz ve Yakup Kurt gibi daha nice güzel insanları var..

Dünyevi ve uhrevi bilgileriyle İslam kültürünü en iyi anlatan Hacı Osman Solmaz, Adnan BALOĞLU, Süleyman SOLMAZ, Aliosman Baloğlu ve Yunus Solmaz gibi bürokrat hocalar, kalemi, kelamı, gönlü ve eşsiz şiirleriyle Türk Edebiyatının en estetik kalemine sahip Gazeteci-Yazar Şair İhsan Kurt, eşsiz cömertlikleri ve derya bilgileriyle her biri birbirinden misafirperver Fahri Solmaz, İdris Aydoğdu, Seyfullah Kurt, Hacı Demir, Nadir Demir, Nail Erdoğan, Nuh Batmaz, Mevlüt Baloğlu, Ömer Uslu, Selahattin Özsu, Ertan Özsu, Fevzullah Akoğul, Uslu Coşkun ve Murat Akoğul gibi saygıdeğer insanların hepside bu köylü. Yozgatın ve Yozgatlıların en çok kahrını çeken, Türkiye’de ve yurtdışında bir çok hemşehrimizi iş ve meslek sahibi eden, Devletin sağladığı eğitim, istihdam, sağlık, ulaşım, sosyal güvenlik, tarım vs. gibi çeşitli yatırım ve proje imkanlarından ilimizin ve insanının faydalanabilmesi için yön gösteren sivil toplum kurumu Dünya Yozgalılar Konfederasyonunun kurucusu ve genel başkanı Ahmet Koç’ta bu köylü.

Mineral ve besin değerlerinde zengin; renk ve görsellikte muhteşem bir cazibeye sahip çok mükemmel ekinleri olurdu bu köyün. Özellikle İzmederesi, Ören, Sarısık, Ağgaya, Guyunun Dere, Gayalar, Muslubaba, Yazıpınar, Kefennice, Belan, Üçpınar ve Yaylalığın mahsülleri, bizim bölge dahil tüm çevre illerin hububat alım ofislerinde hemen tanınır ve tohumluk olarak alınmak üzere adeta kapışılırdı.

Eli uz, işine mahir, emeğine titiz çok dürüst adamları vardı. Çevrede pulluh burunnadan, palta yaptıran, kazma, dirgen, anadut, sıyırgı, geçgere vs. gibi ince ustalık gerektiren benzer zanaatların en başarılıları burdaydı. Örneğin demir işleri denilince herkes Akdağmadeni’nin en uzman demircisi Bilal Usta’yı bulurdu. Nalbantlık tarihinin yazarı ve profösörü ise kesinlikle Zilfinin Memmed’di.

Yav Memmed Usta nalbant değil adeta bir cerrahtı. Çaktığı nallar atın, katırın, eşşağan ayağına sanki ayakkabı gibi kirpeden oturur, falçatasıyla tırnaklarını yontarken adeta pedikür yapardı. Dağermenci Şevket Usta ve motur tamircisi Hacömer Usta’da mesleklerinin duayeniydi. İnşaat işlerinin en ehilleri yine bu köydeydi. Mimar Sinan ayarındaki Umutlulu ustaların bile, ustam diye hitap ettiği ustaların ustaları Ziya Paşa, Gara Davut, Hacı Bekir, Hacömerin Hakkının Şükrü ve Şakir Usta buralıydı. Ördükleri duvar, çattıkları çatı, vurdukları siyeç, taktıkları çörten ve eştikleri kulle bölgede bir efsaneydi. Halk hekimliğinde ve hayvan hastalıklarında da yetkin değerleri vardı.

Hayvanların duygularını anlayarak, onları geleneksel metotlarla canlarını bile acıtmadan tedavi eden, asri veterinerlerden daha bilge, daha pratik ve kapsamlı birikime sahip Macirin Salif’i de anmadan geçemeyeceğim. Adam gibi adam yetiştirme ocağı kimliğini asırlardır zirvede tutan ve her biri birer toplum akademisi niteliğindeki köy odaları geleneği de bu köyde çok kusursuz işletilirdi. Hiyerarşik oturma düzeninde, idare ve prensiplerin disiplinle uygulandığı, talep, hitap, giriş, çıkış, süre, sıra ve tüm ayarların büyüklerin nazarında adilce puanlandığı bu odalarda sosyal sorunların adaletle görüşüldüğü gibi, uzun kış gecelerinde her gün orta oyunları, kahramanlık hikayeleri, bilmece, tekerleme, eylence ve dinletiler bir izin ve izan dahilinde yapılır ve saygıyla alkışlanırdı.

Köy odalarında, düğünlerde ve dost meclislerinde yanık sesi, duygulu avazları ve eşsiz gönülleriyle İzzettin Osman, Deli İsmayil, Yasinin Nurunun Möhreli, Yasinin Halilin Zeki ve Faruk Pehlivan çok güzel türkü söylerdi. Hâa.. güzel ses deyince yine ince ve yanık sesleriyle Mustafa Baloğlu, Dudunun Ahmet ve oğlu Şıh Memmed; Segah ve Saba makamlarında öyle güzel ezan okurduki, keşke bi dinleyebilseydiniz.

Onların yansıttığı duygulardan etkilenmemek inanın elde değildi. Çok emektar muhtarlar gelip geçti. Hepside bir belediye başkanı kadar asri, azimli ve kalıcı işler yaptılar. Köyüne köylüsüne yürekten bağlılıklarıyla Necip Kâa, Akif Kâa, Gara Hasan Kâa, Hacı Memmed Kâa, Garaoğlanın Raşit Kâa, Deli İsmayil Kâa, Hasan Çavuşun Ali Kâa, Fahri Kâa, Nuh Batmaz, Ertan Özsu, Bünyamin Büyüksoy, Mustafa Özsu, Şerafettin Erdoğan, Cabir Çiftçi ve Mevlüt Baloğlu gibi efsane Kâyâlar köyleri için emeklerini, ömürlerini, yüreklerini hiçbir zaman esirgemediler.

Muhtarlık hizmetleri denilince yıllarca sürdürdüğü birinci aza kimliği ile bu köyün her taşı, her kumu, her zerresinde en çok emeği vefası olan Bacahsız Irıza’yı anmamak nankörlük olur. Kaymakamlık, Belediye ve diğer Resmi kurumlarca Akdağmadeninin en çalışkan, en üretken ve en sevilen muhtarı diye bilinen Şimdiki muhtar Cabir Çiftçi ise bu güzel insanın oğlu.

Dedim ya, ekonomik ve sosyal yapı, artan nüfusun iş, eğitim, istihdam, tarım ve hayvancılık alanlarındaki ihtiyacına kifayet etmeyince köyden kentlere ve hatta yurt dışına en hızlı göç yine bu köyde yaşanmış. Akrabası olsun olmasın, bu köyden şehre ilk göçenler, sonradan gelen köylülerine aynı bir aile ferdi gibi kol kanat açıp samimice kucaklamışlar, evlerinde ağırlamışlar.

1960’lı yıllarda başlayan ilk göçlerin öncüleri olarak Ankara’ya yerleşen Hamdi Özsu, Mehmet Özsu, Hamza Erdinç, Mikdat Erdoğan, Mehmet Uslu, Uzun Mehmet, Kadir Tosun, Halitbey, Sadık Koç, Duran Ünlüer, Hülusü Uslu, Halil Demir ve Şükrü Demir gibi gönül insanları, kendi köyünden, çevre köylerden ve Akdağmadeni’nden hanelerine gelen tüm hemşehrilerini evlerinde ağırlayıp, dertlerine çare oldular.

Onlara iş, ekmek kapısı bulup istikbal kazandırdılar. Aradan yıllar geçmesine rağmen halen bu güzel insanların himayekar milliyetçiliklerine, asaletli misafirperverliklerine ve ölümsüz vefadaki hatırlarına şimdi bile sınırsız bir saygıyla hürmet gösteriliyor.

1970’li yılların yaz aylarında Kayseri’deki tuğla ocaklarına götürdükleri köylülerine iş, ekmek kapısı açan, onlarla birlikte tuğla çamurunu hamur bezisi gibi elleriyle ovup kesen, kesilen tuğlaları sıcağın alnında fırınlayıp pişiren zor günlerin unutulmaz değerlerinden Yasin Aydoğdu, Muzaffer Aydoğdu, Halil Erdinç, Hüseyin Şıko Erdinç ve Nazim Özsu gibi değerlerde saygıyla yad edilirler. Yurtdışına 1970’lerde başlayan göçün öncüleri olan Hacı Osman, Hacı Ahmet, Mihrali, Celalın Üsüyün, Hacı Uslu, Muammer Kaplan, Mustafa Erdinç, İbrahim Erdinç, Süleyman Erdinç, Harun Solmaz, Yaşar Koç, Tekin Baloğlu, Şeref Aydoğdu, Mahir Aydoğdu, Hacı, Vahdettin Koç, Demir, Tevfik Koç, Arif Solmaz, Ruhi Solmaz, Akif Solmaz, Ayhan Erdinç, Nusret Erdinç, Necip Solmaz, Hayrullah Solmaz, Bayram Koç, Hacı İbrahim Özsu, Hacı Hüseyin Özsu ve Halil Çiftçi gibi babacan değerler, yine birçok köylüsünü ve çevre köylerden yanlarına sığınan hemşehrilerini sadakatle himaye ettiler, yaptıkları yardım ve klavuzluklarıyla çok kişiye aş-ekmek kapısı oldular.

Dürüstlüğü, misafirperverliği, saygın kişiliği ve garip-gurebaya cömert yardımlarıyla tanınan Ankara’nın en sevilen işadamlarından biri olan Hamurcular Sülalesinden Çölloğon Ali, yaptığı güzelliklerle hem Karahisartatlısı köyünün adını hemde tüm Yozgatlıların adını çok yüceltiyor..

Yine Başkentin ünlü müteahhitlerinden Çiftçiler İnşaatın sahibi Tuncay Çiftçi’de hangi memleket ve milletten olursa olsun bir çok garibe gurebaya yardımlar yağdıran, iş ve ekmek veren, samimi dualar alan cömert bir gönül insanı..

Gerçi Karahisartatlısı’na kim hangi unvan ve hangi sosyal statüde gelirse gelsin, her hanede güleryüzle karşılanır, asaletle ağırlanıp, tevazuyla uğurlanıyor. Özellikle de geçmişte Hacıosman Necipağa, Üsüyünağanın Akif, Mılla Sadık, Gara Hasan, Deli İsmayil, Hasan Çavuş, Ali Çavuş ve Hacömerin Hakkı’nın odaları bir gün bile misafirsiz kalmadığı bilinir. Ballı üzümleri, rayihalı armutları ve envayi çeşit meyveleriyle Beşiktepe’nin eteklerinde Karahisartatlısı’nın öyle bi bağları vardı ki, tadı, kokusu, görselliği ve aromalarıyla çevrede tekti.

Sadece buranın değil, etraftaki tüm köylerin haşarı gençleri bu bağlara dalmak, üzüm armut yolmak isterlerdi ama o bağları gözü gibi bekleyen Şıhali’yi, Yasinin Halilin İrfan’ı, Halilin Memmed’i ve Abdıllakalin Garaoğlanın Davud’u birtürlü uğrunnatıp dalamazlardı.

Arsen Lüpen kadar kurnaz bile olsan, hadi nasıl uğrunnatacaksan uğrunnat da o bağlara bi dal. Mümkün mü?.. Hele bostanlıklar. Yasinin uşahların, Mılla Sadığın, Tefiğin Bilal’ın ve Şekirin Ömer’in bahçelerinde yok yoktu. Halbır gibi şemşamerler, biyazlı yeşilli alaçamırlı hıyarlar, kıvrım kıvrım gırmızılar, biberler, madenisler, pahla-pancar, misir vs nebatların kokuları tüm köyü sarardı.

Duvarların üzerinden tefekleri yollara sarkan kabaklar, karıkların kelilerinden dışarı kol atan dulekler, içi sarı çiğitleri siyah bostanlar, kelekler o kadar albeniliydiki, o bahçelere tumabilmek için tüm çocuklar kendilerini zor tutardı.

Kuşların, kelebeklerin, arıların, böceklerin ve türlü türlü yaratıkların senfoniyi andıran çığlıklarıyla dolu, rengarenk zenginlikteki bakir arazisi envayitür çiçek, ot ve bitkilerle doluydu. Buralarda yayılan, cin gibi, neşeli, duygulu, semiz, diri ve hareketli hayvanların sütü ve yoğurdunun kaymağı neredeyse bi karış olurdu. Köyün sığırını bi aralar Ziyanın Gadirin Hacı Bekir, Fayıh ve Hacömergilden Hacı güderdi.

Bazı ot ve bitki çeşitleri rakımı, toprak yapısı, su kalitesi, bitki örtüsü ve duldalı iklimin etkisiyle bir alana özgü olup, endemik özellikler taşır ya.. Karahisartatlısı’nında kendine özgü bitki türleri vardı. İşte bu nebatlarla beslenen koyunların, keçilerin, ineklerin, camızların etindenmi, sütündenmi, yağındanmı; zengin mineralli topraklarının rayihalı nimetlerinden ya da bal tadındaki billur sularındanmıdır nedir, bu köyün ekmeği, aşı, sebzesi, meyvesi bambaşka bir lezzetteydi.

Çardahlı Hatın Aba, Sarı Zeynep, Deli Zilfi, Akifağanın Hacca, Deli Melek, Mılla Eminin Ahmedin Döndü, Hasançavışın Alinin Gulizar, Çopurun Gızı, Dağlı, Asif, Ali Çavışın Fatma, Macirlerin Dedenin Döndü, Mesture Bacı, Medine Gelin, Elif Bacı, Zilfinin Memedin Hanım Bacı, Zahide Bacı, Hatın Bacı, Fadi Bibi, Leyla Bibi, Gullü Bacı, Kezzo Yenge, Fadime Hala, Zülbiye Yenge, Aklan Fadime Bibi, Nuruya Abla, Gülhanım Bacı, Selvinaz Bacı, Aniş Bacı ve Gamer Bibi’nin bilmediği yemek yoktu sanki.

Bu eli yüzü nurlu asalet ve saygı abidesi hanımların yemeklerine herkes imrenirdi. Bu coğrafyada tembel biri olmazdı. Mesela Hopuç köylü Gamer Bibi heybeti ve babayiğit yapısıyla beş erkeğin yapabileceği işin daha ağırını yapardı. Misafirin adı bereketti, itibardı, lütuftu. Eminin Hasan Paşa’nın, gerek muhtarlığı döneminde gerekse diğer günlerinde hiçbir zaman geleni gideni eksik olmaz, ocağı sürekli tüterdi. Asaletli hanımı Esme Gelin günde en az 5 kere erinmeden sofra kurar, başta oğlu Muammer olmak üzere tüm çocukları izzet, ikramda yarışırdı. Yav bu köyde ne babayiğit adamlar vardı. Çopur Celal’ın geniş bi yağarnı, goca bi goğdesi ve yaba gibi elleri vardı.

Söylentiye göre danaya avucuyla bir sıkım yem vermiş, dana tohmalamış diye anlatılır. Uzun izzet ise bir basketbolcu kadar uzun, bir süvari kadar atikti. Eşşeğe, ata binince ayakları yere sürter, motura, münübüse, taksiye dört büklüm binerdi. Hacı Bekirin Battal Özsunun 2 metire boyu, upuzun bacahları, beş garış yağarnı vardı. 20 çiniklik seklemi tek başına sırtlar, goca yığının dibine moturu âaler, sapı 3 anadutda vagınata yüklerdi. Köyde hastalara iğneyi Akifağanın Eset vururdu.

Yasinin Halilin Gelini Zeki Paşanın Hacca Hanım gözüne taş giden kadınların gözünden bir doktor gibi taşı çıkarırdı. Yazıda, yabanda hayvanı kaybolan kişiler Necibağnın Efendinin Zeynep’e gelir Kurt ağzı bağlatırlardı. Kızılyurik olanlar, kabakulak olanlar ve boğazına herhangi bir baba çökenler Ziya Paşanın Anşe’ye gelir parpılatırdı.

Anşe Nene tavanın altını kızdırır, bürüğnen arızalı bölgeyi sarar ve coss diye bağıttırarak basardı. Tukürüğüde kızılyurüğe bek iyi gelirdi. Irgatlıkta sap saman zamanı Akif Kâanın, Hacömerin Hakkının, Mılla Sadığın, Hacömerin Halilin, Deli İsmayilin ve Uzun İzzetin birbirinden görkemli kağnılarının gıcılamasından köyde durulmazdı. Gağnı gıcılamasını duyan Hacömerin Halilin it başta olmak üzere Deli İsmayilin, Yasinin Halilin ve Ömerin Şekirin itler saatlerce ulur, Necip Kâanın Kıbrıs cinsi eşşek ise ha bire anırırdı. Akif Kâa gağnısını gıcıladırken “Gız anan evdemi, pilavı bişirdimi” diye ilginç türküler çığırarak çok neşeli sap çekerdi. Yasinin Halilin, Macirin Dedenin, Deli İsmayilin ve Uzun İzzetin muazzam atları ve arabaları vardı. Helede Yasinin Halil bi çeten kurar, bir sal çatar, nerdeyse bir kamyonun alacağı sapı samanı o çetene ve sala sığdırırdı. Azman tipli camızlar vardı.

En yiğit ve heybetlisi olanlardan Hacömerin Hakkının camızla Mılla Sadığın Tefiğin camız, Uzun izzetin camızla Deli İsmayilin camız öyle bi vuruşurlardı ki, akşama kadar mesesinen, diynağnen, toyahaynan, dalgaraynan, çağyınan, gomunan ha bire giriş, istediğin kadar diynek döşe; bi türlü kimse ayıramazdı. Ömerin Şekirin’de tosun bek hırçındı.

Saatlerce hoğrür, kapının önündeki küllüğü ön ayaklarıynan dağıtarak ha bire delilenirdi. Bu güzelliklerin içinde acı hatıralardan bahsetmek istemezdim ama maalisef Dünya coğrafyasının neresinde olursa olsun bir Türk Köyü olupta acı yaşamamış bir yer göstermek imkansız gibi.

Karahisartatlısı’nında vefalı ve vatansever yiğitlerinin çok acıklı hatıraları var. Aradan yıllar bile geçse fedakar kahramanlarının adını ve gönlünü her buluşmalarında sürekli saygı, dua ve mihnetle yâd ediyorlar. Bu topraklardan çıkıp, Yemen, Filistin, Kanal Cephesi, Ganiçya, Kafkasya, Makedonya vs. gibi birçok uzak cephelerde savaştıktan sonra en son Çanakkale Savaşlarında şehit olan Musa Çavuş’un 3 oğlu Ali Osman, Memmed ve Hasan Çavuş; bu vatanın bekası, milletinin huzuru ve bayrağımızın selameti için eşlerini dul, çocuklarını yetim bırakarak Peygamberimize komşu olmuşlar.

Hacıosman Kânin tek oğlu Necip Yemen’de, Veliağanın oğlu İsmayil Çanakkalede, Mehmet Çiftçi adlı yavrumuz da yakın zamanda Hakkari Çukurca’da şehit olarak yürek dualarıyla milletimizin gönlüne gömülmüşler. Savaş tarihi kayıtlarında şöyle bir not geçiyor. Kutulamare’de İngilizlere kan kusturan muzaffer ordunun içinde Hasan Çavuş adında birde Karahisartatlılı yiğit vardı. Kazım Karabekir’in cevval savaşçıları arasında yer alan bu yiğit, 5 yıl askerliği ve 4 yıl esaret hayatının ardından 9 yıl sonra köyüne geliyor ama uzun süre onu kimse tanıyamıyor. Tüm şehitlerimizin mekanları cennet olsun…

Karahisartatlısı Köyünün yetiştirdiği güzel insanlardan dostluğu, erdemi ve yardımseverliği ile bilinen Sadık Koç’la epey bi sohbet ettik. Diyor ki; Biz Korpınardan, Soğütlüpınar’dan, Böyük Pınardan, Üç Pınardan, Aşşağpınardan, Guyunun Dere’den, Zeynebin Pınardan ve Akifin Pınardan çok su içtik, Aşşağı Öz’de, Ağ Gaya’da ve Gayaaltı’ndaki Dipsiz Golde çok çimdik. O yüzden bizim yüreğimizdeki Yozgat sevdası asla bitmez ve gönlümüzdeki Karahisartatlısı özlemi asla tükenmeyecektir.” diyor.

Ayrıca, Sadık bey diyor ki, “Buz gibi eşmelerimiz vardı. Yazıpınar’da, Yaylalık’ta, Üçpınar’da, İzmederesi’nde, Armıdın orda ve İğdenin Dere’de öyle eşmeler vardı ki, suları bal gibiydi. Dizini kırıpta döşüyün üstüne yüzüngoylu uzanarak bi içmeye başladınmı boğazın gurk gurk eder, ciğerlerin sepserin olurdu” diyor.

Coğrafik uzaklılar, özlenen dostluklar ve araya yılların girmesiyle oluşan bağ kopuklukları dahilinde uzun süredir birbirini göremeyen Karahisartatlısı köylüleri Ahmet Koç, Yusuf Solmaz, Ramazan Solmaz, Cabir Çiftçi, Nurettin Erdoğan, Lütfü Solmaz, İbrahim Akol ve Dursun Çiftçi gibi gönül insanlarının organize emekleriyle sık sık biraraya geliyorlar. Çardahlı Hatın Aba’nın, Deli Zilfi Bibinin, Deli Melek Halanın, Çopurun Gızının ve Aniş Bacının yemekleri kadar olmasada yılda birkaç kez arabaşı, sulu köfte ve madımak cacığı gibi yöresel yemek geceleri tertip edip özlem dolu muhabbetler eşliğinde geçmiş hatıralarını anlatıyorlar. Kimi bağ bostan yolduğunu, kimi üzüm, şemşamer, kavun, kelek, misir talanlarını, kimi çileli ırgatlık günlerini, kimi eşşekten düştüğünü, ite gapıldığını, zopa yediğini, kimin kağnısının iyi gıcıladığı, kimin eşşağnin iyi anırdığı, kimin tosunun iyi vuruştuğu, bayramlarda kimin odasında daha çok şeker verildiğini, çalmalı, omaçlı, yoğurtlu, pilavlı, çokelikli dürümlerini, oyunlardaki mızıkçılıkları, camideki şımarıklıkları, mal güderken bekçilerin kovalamalarını vs. anlatıp her güzelliği tekrar tekrar canlandırarark, tüm hatıralarını hayırla yad ediyorlar.

Çardaklı Hatın Abanın madımalah cacığından, Deli Zilfi bibinin yaptığı pahlavuya, Akifağanın Hacca’nın buktüğü siniden, Ali Çavışın Fatma’nın kestiği erişteye kadar anlatırlarken, köyde en güzel çokelik ve tereyağını Aniş Bibinin yaptığını, Mılla Eminin Ahmedin Döndü’nün bi ilağen hamır eşgileyip işli, bazlama, saya çöreğa yapıp tüm koyün çocuhlarına dağıttığını söyleyip hüzünleniyorlar.

Halit Bâa’nin, Tefiğin Bilal’ın, Tefiğin Şevket’in, Deli İsmayilin Mısdafa’nın, Uzun İzzetin Feyzullah’ın, Küsoğon Ömer’in, Hacı Memmedin Bünyamin’in ve Dudunun Ahmetin Şıhmemmed’in bakkallarından alınan leblebiden, püsgutten, sormuh şekerinden, mantar dabancasından tutun, çerçicilere verilmek üzere koyunların sırtından kaçak yolunan yünlere, sokaklardan toplanan kaysı çiğitlerine, laylun, alemiyon, çorap eskilerine kadar birbirinden tatlı sohbetlerini dinlerken imreniyorsunuz.

Bayramlarda Deli İsmayilin, Necip Kâanın, Akif Kâanın, Hasan Çavışın Alinin ve Gara Hasanın odalardan toplanan kınalı şekerler, oynanılan oyunlar, öğretmenlerden yenilen dayaklar özlem dolu kahkahaların altyapısını oluşturuyor. Güleryüzü, çalışkanlığı, saygısı ve yenilikçi faaliyetleriyle herkes tarafından çok sevilen Karahisartatlısı Köyü Derneğinin başarılı Başkanı Yusuf Solmaz; “Ben görevde olduğum müddetçe Karahisartatlısı Köylüleri birbirlerini asla unutmayacak, sürekli yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olacaklar” derken, Misafirperverliği ve cömert gönlü ile köyünün köylüsünün adını yücelten insanlardan İdris Aydoğdu, Mevlüt Baloğlu, Ömer Uslu ve Selahattin Özsu diyorlarki; “Bizim Karahisartatlısı’nda acılar ve sevinçler ortak yaşanır.

Birimizin acısı hepimizi kahrederken, diğerimizin sevincine hep beraber ortak oluruz.” diyor. Yine cömertliği ve yiğitliğiyle gönüllere taht kuran Fahri Solmaz, Nuh Batmaz, Ertan Özsu ve Seyfullah Kurt diyorlar ki; “Karahisartatlısı Köyünden olmak misafirperverlik, cömertlik ve asil soylu olmak demektir.” derken, “Köylülerimizin yüreklerindeki eşsiz vatanseverlik, rakipsiz Yozgat sevdamız ve bayrağımıza olan sonsuz tutkumuz bizlerde ve nesillerimizde asla yıpranmayacak ve asla azalmayacak.” Diyor.

DUYKON Genel Başkanı Ahmet Koç ise “Sadece bizim değil, en küçüğümüzden, en büyüğümüze kadar tüm köylülerimizin; köyümüz, Yozgatımız ve Vatanımız için yapamayacağı hiçbir fedakarlık yoktur. diyor Köyünü, köylüsünü büyüten, hanesi, sofrası açık, alicenap ve elicömert değerlerden Nadir Demir, Nail Erdoğan, Hayati Atsız ve Fevzullah Akoğul’da köyleri için diyor ki; Biz yüreklerimizle bağlılık yemini edip, büyüklerimizden öğrendiğimiz hürmetli hizmetleri sergiliyoruz. Hepimizin bu vatan için yapacağı mutlaka birşeyler olmalı, millet olarak fedakarlık isteyen bir güzergahtayız. Karahisartatlısı Köylülerinin mutluluğu ve Yozgatımızın tüm insanlarının sözünün eri, mert ve delikanlı kimlikleriyle tanınmaları için yapamayacağımız hiçbir fedakarlık yoktur” Diyorlar.

Dernek Başkanı Yusuf Solmaz bilge imamlığı ve öğretmenliğinin yanında aynı zamanda bir şairde İçindeki memleket aşkı ve toprak sevdasıyla köyüne bir şiir yazmış. Şiirini sizlerle paylaşıyorum. KARAHİSARTALISI Çoktan ayrıyım ben senden Çok özledim Köyüm seni Hem anamı hem babamı Mezarda Necip Amcamı Çok özledim köyüm seni Hamurunu yufkasını Viran olmuş yuvasını Çardaklı Hatın Abayı Çok özledim köyüm seni Bahçesini bağlarını Yaylasını dağlarını Hastasını ölüsünü Çok özledim köyüm seni Ağa, beyi paşasını Ocaktaki maşasını Köyün Hasan Paşasını Çok özledim köyüm seni Askeri Şehidi eri Köyümüzün harman yeri Temiz hava esen yeli Çok özledim köyüm seni Koçları yiğidi merdi Azası muhtarı ferdi, Yozgatımın güzel yurdu Çok özledim köyüm seni Okulu, cami çeşmesi Dağlarda soğuk eşmesi Tarihi güzel çeşmesi Çok özledim köyüm seni Arısı peteği balı Yaylalıktan gelen suyu Bünyamin muhtarın huyu Çok özledim köyüm seni Çayırı çimeni kurdu Cömerti, yiğidi merdi Dedemizin oruç yurdu Çok özledim köyüm seni Davulu zurnası sazı Halay tutan genci kızı Kümeste ördeği kazı Çok özledim köyüm seni Kışı, baharı, yazını Tepe, yokuşu düzünü Su çeken gelin kızını Çok özledim köyüm seni Dağı taşı kor ateşi Bulgur yarma dibek taşı Aniş Bacım köfte aşı Çok özledim köyüm seni Yusuf yazdı tüm bunları Tat’lılar saygı duymalı Kadere razı olmalı Çok özledim ben sizleri Birazda Karahisartatlısı Köyünün kökeni ve tarihinden anlatalım.

Güzel İnsanlar Karahisartatlısı Köyü Oğuzların Boz-Ok Kolunun Beydili Aşiretinden olup Kutalmışoğlu Süleyman Şah’la birlikte Kuzey Suriye’den Anadolu’ya geçen Türkmenlerle beraber gelmiş. Süleyman Şah’ın Anadolu fetihlerinin tamamında bulunmuşlar, hayvancılıkla geçindikleri içinde Anadolu’nun bir çok yerine dağılmışlar. Ana gövdesi Dulkadiroğlu Beyliğinin içinde yer alan Beydili aşireti, Karahisartatlısı köyününde olduğu guruplarla bugün Yozgat’ın bir çok köylerini teşkil eden Mamalu Türkmen oymakları içinde Bozok Platosuna yerleşmişler.

Tabiiki Balkanlardan, Kafkaslardan, Kerkük’ten, Tokat’tan, Gümüşhane’den ve serhat bölgelerindeki savaş mağduru vatandaşlarımızdan her köye olduğu gibi Karahisartatlısı Köyüne de Anadolu’nun birçok şehrinden getirilip ara ara ve aile aile iskan edilenler var. Ama Karahisartatlısı Köyü nüfusunun ağırlıklı bölümü Oğuz Türklerinin Beydili Boyundan.

Bizde bu köyün tarihçesini anlatırken bağlı oldukları Mamlu Türkmen Oymakları ve Beydili Aşiretiyle birlikte ele alacağız. Kaynaklarda Oğuz Kağanın 6 oğlu olduğu, onlarında her birinin 4’er oğlu olduğu yazılı. Zaten tarihçile Oğuzların 24 boy olduğuna hemfikirler. Bu boylardan biride Bizim Sorgun Alcı Köyü ve sizin Karahisartatlısı Köyününde mensup olduğu Beğdililer…

Zaman içerisinde Beydili ismi Elbeyli-İlbeyli diyede anılmış olsada tek bir boy olduğu ve diğer Türkmen boylarıyla beraber yüzlerce yıl öncesinden Anadolu’ya geldikleri söyleniyor. Beydililerin konar-göçer boy olması, hayvancılıkla geçinmesi ve statik yerleşkelerden haz etmemeleri nedeniyle genelde özgür yaylaklarda eğleştiği, bir ara Osmanlı’nın iskan politikaları kapsamında önce Rakka’ya sürgün gibi gönderilip yerleştirildiği, sonradan oraları terkedip yine Anadolu’ya döndükleri görünüyor.

Beydililer yaylak ve kışlak kültürlerinin hareketi nedeniyle Anadolu’nun her yerinde yurt tutunan, çok dağınık coğrafyalarda bile yakın akrabaları bulunan köklü bir boy. Aslında dünyada yaşayan bütün insanlar Ademoğlu olduğundan kökende kardeştir. Bir Türk nezaketiyle hepimiz bu kardeşlik bağına en samimi sadakatlerle zaten bağlıyız.

Tabiiki politik arenada ayrışıp, araya giren zaman ve şartların etkisinde kültürel farklılıklar, değişen diller ve bozulan iletişimler nedeniyle tüm insanlar kendi aralarında milletler, boylar, kabileler, oymaklar, cemaatler vs. vs. adlarla çeşit çeşit gruplara ayrılmış. İnsanlar çok daha öncede ayrışmışlardı ama, İlahi dinlere göre herşeyi yok eden büyük tufana karşı gemisine alıp kurtardığı insanlar ve diğer canlılarla Nuh Peygamber sayesinde dünya yaşamının tekrar başladığına, o tufandan kurtulan Nuh A.S.’ın oğullarıyla dünyada yine bir ayrılış güzergahının tekrar doğduğuna inanılır. Nuh A.S.’mın oğlu Yafes’in soyundan geldiği söylenen Türkler, asırlar sonra Teoman önderliğinde kurdukları ilk Büyük Hun devletinin devamında, bu zamana kadar birçok devletler ve imparatorluklar kurdular.

Tabiiki biz Karahisartatlısı Köyünün tarihi, töresi ve geneksel motiflerini anlatabilmek için mensubu olduğumuz Oğuz Boylarından bahsedip biraz daha tarihi güzergahımızı kısaltarak anlatmaya çalışacağız. Özellikle Karahanlılar ve Gaznelerin coğrafyada verdiği huzursuzluk, biz Oğuzlar’a sürekli yerleşecek uygun bir mekan arayışına itmiş.

Tabiiki dönemin şartları çetin. Savaşmadan, gücünü, kudretini etrafa göstermeden asla huzur bulamıyorsun. Oğuzlar’da bunun bilincinde ama maalisef güçleri hem zayıf, hem sınırlı. Selçuklu hanedanına adını veren Selçuk Bey, Aral gölü ile Hazar denizi arasının egemeni olan Oğuz Devleti’nin komutanlarından Dukak Subaşı’nın oğlu olup, Oğuzların Kınık boyu¬na mensuptur.

Tahminen 900 ve 1007 yılları arasında yaşadığı varsayılıyor. Selçuklu Devleti’ne de adını veren Selçuk ismi “mücadeleci” anlamındaki “salçuğ” sözcüğünden geliyor. Selçuk Beyin babası Dukak ise, cesareti, kuvveti, ileri görüşlülüğü ve devlet işlerindeki başarılarından dolayı “Temür-Yalığ” (Demir Yaylı) lakabıyla anılıyor.

Oğuz Yabgusu; çocukluğundan beri yanında büyüyen Selçuk’u zekası, komutanlık vasıfları ve cesareti nedeniyle Subaşı olarak atıyor. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Kıpçakların Oğuzları sıkıştırması, yer darlığı ve otlak yetersizliği nedeniyle; 100 süvari, kalabalık maiye¬ti ve çok sayıda hayvan sürüsüyle birlikte 961 yılında Oğuz Yab¬gusunun kışlık merkezi Yenikent’ten Siri¬derya ırmağının aşağı mecrasında bulunan Cend kentine göçüyor.

Selçuk Bey, gayrimüslim Türk ülkeleriyle İslâm ülkeleri arasındaki sınır bölgesinde yer alan Cend’de birlikte yaşamak zorunda oldukları hal¬kın dinini ve âdetlerini benimsemedikleri takdirde sıkışıp kalmış küçük bir topluluk olarak kalacaklarını yanındakilere anlatıyor ve Müslüman olmaya karar veriyorlar. Daha sonra Harzem’deki Zendek kenti ve Buhara’nın yöneticilerine elçi göndererek, kendilerine Kuran’ı ve İslâmiyet’i öğretecek kişiler gönderilme¬sini istiyor.

Onların çeşitli hediyelerle birlikte yolladığı hocalar sayesinde İslâmiyet Selçuk Bey’e bağlı Oğuz¬lar arasında hızla yayılmaya başlıyor. Selçuk Bey Müslüman olduktan sonra Oğuz Yabgu Devleti ve gayrimüslim Türk boylarıyla ilişkisini kesiyor, onlara karşı sürdürülen cihad harekâtına katılıyor. Oğlu Mikail de böyle bir sefer sırasında şehid düşüyor.

Selçuk Bey’e bağlı Oğuzlar bu tarihten itibaren Selâcika, Selcûkıyyân ve Türkmen adlarıyla da anı¬lıyor. Müslüman olduktan sonra itibarı daha da artan Selçuk Bey’in çevresinde kalaba¬lık kitleler toplanıyor. Gayrimüslim Türklere karşı düzenlenen seferler ve Oğuz Yab¬gu Devleti’yle yapılan mücadeleler sonucunda Cend, Selçuklular’ın egemenliğine giriyor ve Selçuklu Beyliği’nin merkezi oluyor. Selçuk Bey bu tarihten itibaren “Gazi Hükümdar” unvanıyla anılıyor. Belâc ve Beruket kentlerini de ele geçiren Selçuk Bey’in giriştiği cihad harekâtı sayesinde çeşitli ülkelerden çok sa¬yıda Türk, Selçuk’a bağlanmak için Cend’e akın ediyor.

Selçuk Bey’in sadece kendine bağlı Oğuz¬lar arasında değil, bölgede hüküm süren Samanîler ve Karahanlılar gibi iki büyük devletin gözünde de itibar kazanıyor. Büyük Selçuklu Devletinin merkezi Horasan’da Nişabur’da, Rey’de, Hemedan’da, Herat’ta olsa bile Oğuzların gözü hep Anadolu’ya dikiliyor. Çünkü buradaki gelişmeler onlar için çok daha etkileyici gözüküyor. Yani çok kısa kesitlerle eskiyi yeniyi şöyle bir özetle anlatmaya çalışalım. Biliyorsunuz ki, tarihte Türk adıyla kurulan ilk Turk Devleti Bumin Kağan önderliğindeki merkezi Ötüken olan ve 552-630 yılları arasında hüküm süren Göktürklerdir.

Türk töresi gereğince bu devletin idaresi Doğu-Batı diye iki idari birime ayrıldı. Bumin Kağan doğuda Büyük Kağan olurken, kardesi İstemi Yabgu’da Batı kanadının yönetimine yani Yabguluğa getirildi. Turk devlet anlayısına göre, Batı kesiminde görev yapan Yabgu’lar, Doğuda oturan Buyuk Kağan’a bağlıydılar. Kökümüz Oğuzlar dokuz koldan oluşan bir toplulukla Batı Göktürkler içindeki On Oklar’a mensup olarak

I. Göktürk Devleti kuruluuş zamanlarında Yenisey Irmağının batısında yaşıyorlar ve adlarına “Dokuz Oğuzlar” deniliyordu. I. Göktürk Devleti, diğer Türkleri ve Dokuz Oğuzları kendi idaresinde toplayarak güçlendi, büyüdü ve hep beraber altın çağlarını yaşadılar. Çin ile yaptıkları savaşlarda hep başarılı oldular. Doğu ve Batı Göktürkler olarak ikiye bölününce ne yazıkki her iki Göktürkler de zamanla Çin idaresinde kaldılar.

50 sene sonra Türk kahramanı Kutluk İlteriş, Çin’e karsı bağımsızlık mücadelesi yaparak mücadeleyi kazandı. 682 yılında yine Ötüken’de II.Göktürk Devleti’ni kurdu. Bu devletin adına Kutluk Devleti de denir. Dokuz Oğuzlar yine II.Göktürk idaresinde bağımsızlıkları için 5 defa baskaldırdılarsa da bastırıldılar. Başlarındaki Baz Kağan idaresinde Selenge ırmağı boylarında oturuyorlardı. 745 tarihinde Uygurlarla birleşip onların idaresine girerek II.Göktürk Devletini yıktılar fakat egemen olamadılar.

Daha sonra Uygurlar, Kırgızlarla birleşip Oğuzları Moğolistan’tan çıkardı. Oğuzlar da batıya göçüp Ceyhun Nehri, Aral Gölü, Hazar Denizi ve Güney Urallar arasındaki bolgeye yerleşip, batıdaki akrabalarına yani diğer Oğuzlara katıldılar. Oğuzlar burada oldukça kalabalık bir kitle meydana getirdiler ve Karahanlılar’ın idaresine girdiler. Daha sonra baskentleri Sirderya (Seyhun) ırmağının güneyindeki 10. Yy.’la kadar kışlak olarak kullandıkları Yenikent olmak uzere bir Yabgu Devleti kurdular.

Oğuzların ilk Yabgu Devletlerinde Boz Ok, Üç Ok diye teşkilatları vardı. Oğuz Yapgu Devleti’nin X. yy. sonunda yıkılmasından sonra üç kısma ayrıldılar. Bir kısmı Karadeniz’in kuzeyinden Doğu Avrupa’ya, oradan da Makedonya’ya ve Trakya’ya vardılar. Ancak olumsuz şartlardan dolayı dağıldılar. Bunlardan bazıları paralı asker olarak Bizans ordusu içinde Malazgirt Savaşı’na katıldı, fakat Türk Selçuklu ordusundan tarafa geçip Alparslan’ın savaşı kazanmasına yardım ederken bir kısmı da yerlerinde kaldılar. Bugünkü Türkmenistan onların torunlarıdır. Bir kısmı ise yani Selçuklular da Horasan’a yöneldi.

Oğuzlar, XI. yy.’dan itibaren 200 yıl boyunca Asya bozkırlarından Orta ve Yakın Doğu’ya akarak, İran’ı, Azerbeycan’ı, Irak’ı, Anadolu ve Suriye’yi almışlar, daha sonra Mısır’ı, Kuzey Afrika’yı, Balkanlar’ı ve Viyana’ya kadar Orta Avrupa’yı yurt tuttular. Sırasıyla Seyhun boylarında Yapgu Devleti’ni, Buyuk Selçuklu Devleti’ni ve Atabeyliklerini, Birinci Türkmen Beyliklerini, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletlerini, Dulkadirli, Ramazanoğlu ve diğer beyliklerini, Safavi Devleti’ni, Orta ve Batı Anadolu Beyliklerini, Osmanlı Devletini ve Türkiye Cumhuriyetini, hepsini de Oğuzlar kurmuştur. Karahisartatlısı Köyünün mensubu olduğu Oğuzların Beydili Boyunun da göç güzergahları ve yerleşim merkezleri Kuzey Suriye, yani Halep, Rakka ile Antakya, Maraş, Sivas arasında yoğunlaşıyor. Beydililer konar-göçer olmaları nedeniyle bir çok baskı ve dışlamalara maruz kaldılar ama birlik ülküsünden çıkmayıp, gelenksel motiflerindeki Türk nezaketi ve asaletiyle heryerde gönüller kazanarak göç güzergalarında silinmez güzellikte izler bıraktılar.

Tabiiki kötülerimizde olmamış değil. Yada bazı kötüler Beydili boyunun adını kullanarak bizlere gıyabi nefretler yöneltmiş. Ama her zaman söylüyorum erdemlerle faziletlerle yüklü eşsiz bir Türk inceliğini bizlerin sayesinde tüm dünya tanımış. Beydili oymağına mensup bir şairin şu tarihi şiiri aslında tüm geçmiş güzergahımızı neredeyse tam olarak özetliyor. Önce bu şiiri okuyup, detayları devamında yazalım.

Arzediyorum. Aral-Göl Buhara İran Horasan Yıkıldı Gazneli Devlet Oğuz’dan Büyük Selçukluydu adı o zaman Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Yöneldiler ordan Anadolu’ya Doğudan güneyden vardı oraya Oğuz’un Beğdili en baş sıraya Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Süleyman Şah ile beraber idi Türkmenler içinde çok yiğit idi Tarih boyle yazıp dile getirdi Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Bir bölüğü Horasan’dan batıya Ulaştı güneyden Anadolu’ya Sahip idi bunlar teşkilat boya Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Kondular göçtüler tam beş yuz sene Yazları Sivas’a kışın Halep’e Çok büyük il idi oymaklar ile Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Kışlakları Maraş Halep arası Yaylaları Sivas cevre merası Sonra Anadolu oldu sılası Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar İkiye bölündü biri Sivas’ta Bir bölüğü kaldı Halep Maraş’ta Bir kısmı da Suriye’de haric’te Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Ucyuz sene once Rakka iline Surduler oraya seksen bin evle Can verdi can aldı cekti sineye Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Rakka’da sammarlar pek azgın idi Lakin Beğdili’den cok satır yedi Yılmadı dusmana aman dedirdi Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Asalet gostermis yine gosterir Comerttir elleri hem alır verir Kıyamete kadar namı soylenir Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Tarihler yad eder yiğitliğini Rakka’da gosterdi ne idiğini Mezhebi Hanefi İslamdır dini Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Altındır karısmaz baska madene Sakın ha Avsardır, Kara evli deme Bayat da değildir yanlıs soyleme Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Oğuzhan torunu Yıldızhan soyu Yirmidort Oğuzun Beğdili boyu Kadimden, temelden doğruluk huyu Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Vasıfları ustun yiğit mert olur Asil soydur kotuleri az olur Asaleti hallerinden okunur Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Haktan onlar sever kendi soyunu Tutmustur bırakmaz İslam yolunu Vatan millet icin acar kolunu Beğdili-İlbeyli-Elbeyli bunlar Beğdili-İlbeyli-Elbeyliler Oğuzhan’ın Boz Oklar kolundaki baştan üç oğlundan biri olan Yıldızhan’a dayanır. Beğdili ise Yıldızhan’ın oğlu olup, yirmidört Oğuz boyundan biridir ve Boyun birinci adamıdır. Beğdili’den sonra gelen diğer beyinin adı ise İlbey’dir.

Elbeyli adı ise; İlbeyin adının farklı bir söylenişidir. Şimdiki Sivas’ta ve Akdağmadeni sınırlarında bulunan 42 İlbeyli köylerine mahsus ve 1693 tarihinden sonrada Kilis civarındaki 15, Halep civarındaki 27 köyün ortak adı olup, bu isim sonraları Elbeyli olarak yaygınlaşmıştır.

Suriye Halep’teki 27 köy ile Kilis’teki 15 kadar köydeki Elbeylilerin adının Elbeyli olması ise, Osmanlı’nın 1691’de bu aşireti iskanından sonra başlarına Beğdili’den olmayan başka bir bey tayin etmesi ve padişahın yazışma kayıtlarında adlarından Elbeyli diye bahsetmesinden sonra Beydilinin adına birde Elbeyli takma ismi eklendi. Bazı yabancı yazarların Beğdili-İlbeyli-Elbeyli isimlerini üç ayrı şekilde söylenilmesini üç ayrı aşiret sanarak yazmaları, hatta bazı Türk araştırmacıların bile yabancı tarihçilerin kitaplarının sağlıklı olup olmadığını bile araştırmadan, olduğu gibi dilimize çevirmeleri bir çok karışıklığa sebep olmuş.

Ayrıca Osmanlı’nın idaresinde çok değişik milletlerin olması, bunların vergi, güvenlik vs. gibi idare güçlüğü ve sükunetlerinin sağlaması amaçlarında izlediği iskan politikası kapsamında blok güçlerin parçalanması amacındada bu isim değişikliği yolunun izlenmiş olabileceği varsayımlar arasındadır. Nibor adında Alman asılllı art niyetli bir yazarın, Çukurova’daki Türkmen oymakları ve aşiretlerinin çadır sayılarınına yönelik “Ceritlerin şu kadar, Avşarların şu kadar, Bozdoğanların şu kadar çadırları var.” Diye tespitlerinin devamında “Beğdilinin şu kadar Elbeylinin de şu kadar çadırları vardır.” Demesi bu aşireti iki ayrı aşiret gibi gösterme yanlışlıklarının başında geliyor. Bayatlarla (Beğdili-İlbeyli-Elbeyli)’ler göç güzergahları ve ara yerleşik dönemleri başta olmak üzere yazlık kışlık olarak sürekli aynı bolgelerde beraber yaşamışlar.

Bu iki aşiret Maraş Dulkadiroğulları Beyliğini de beraber kurmuşlar. 1563 tarihli Maraş Tahrir Defteri’nde şöyle bir kayıt geçiyor. “Maraş Dulkadirli Beyliğinin kuruluşunda bazı diğer oymaklardan varsa da başlıcaları Beğdili, Bayat ve Avşarlardır. Hatta bu beyliğin beylerinin de bunlardan hangisinden olduğu bile bilinmiyor yani Beğdiliden mi, Bayattan mı, Avşardan mı kesin değil.” Geniş bir coğrafyaya dağılan Beğdililerin, siyasi ve sosyal olaylardan yılıp kaçmayan ve Rakka’da kalan ana gövdesi, 1691 yılından 19.yy başlarına kadar orada kalmış, sonrasında ise tamamen dağılmış yada dağıtılmışlar.

Beğdilini zaten bir kervan soygunuyla suçlayan Mısır Hidivi (Valisi) Abbas Paşa, büyük bir askeri kuvvetiyle dağıtmış, bir kısmı Anadolu’daki eski yaylak yerlerine gittilerse de ana gövdesi Rakka’dan Antakya, İskenderun, Osmaniye, Maras, Tarsus, Adana, Mersin ve yoğunlukla da Mersin’in Gülnar ilçesi ve köylerine gelip yerleşmişler. Halende bu sayılan coğrafyalarda yaşıyorlar.

Beğdililer Avşarların Dulkadirli oymağı olmadığını, ama kadim komşuluklarının mevzu bahis olduğunu söylüyor. Aynı bolgelerde sürekli yan yana yaşamaları ise her ikisinin de Halep Türkmeni ve Boz Ulus’tan olmalarındandır denilmekte. Beydili-İlbeyli-Elbeyli’ler Malazgirt savasından sonra gelmiş, tamamı olmasada önemli bir çoğunluğunun 1077 yılına kadar Süleyman Şah tarafından Anadolu’nun fetihlerinde çok önemli görevlerde bulunmuşlar.

Oğuz boylarının hepside Anadolu’ya parça parça ve değisik zamanlarda gelmiş. En yoğun göç akınları ise 1157 tarihinde İran’daki Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra 1200 ve 1250 yıllarına kadardır. Tabii ki Beğdili boyu da bunlarla beraberdir. Biliyorsunuz Oğuzların İran’dan Anadolu’ya gelmeleri 1400 yılına kadar kesintisiz sürmüştür.

Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan, Süleyman Şah’ı fetihler yapmak üzere İran’dan Suriye istikametine, oradan da Anadolu’ya doğru bir dizi istikamet çizerek görevlendirmiştir. Süleyman Şah ise Suriye’den Anadolu’ya yönelmiş, 1077 yılına kadar da Anadolu’yu fethedip Bizanslıları vergiye bağlayarak İzmit’ten ötelere aşırmıştır.

Daha sonra Akdeniz kenarlarına inip, Antalya, Adana, Mersin ve Antakya’yı fethettikten sonra tekrar Suriye’ye dönmüştür. Bu fetihlerle önü açılan Beydili-İlbeyli-Elbeyliler, umumiyetle hayvancılıkla uğraştıkları için, Anadolu’nun neresinde olursa olsun, varmayı hedefledikleri yerlerin ilk önce Çahmahlı, Boztepe, Hasan Harmanı, Sarıdede, Balgayaları, Oruç Yurdu, Gaçahgayası, Beşiktepe, Garlıh, Korpınar, Soğütlüpınar, Aşşağ Öz, İğdenin Dere, Örenkalenin Önü, Çatağın Ağzı, Köyün Önü, Bağların Altı, Güney ve Sarıdede arazilerine benzer otlak ve sulak alanların durumlarını göz önüne alıp bunlara benzer uygun yerleşkeler aramışlar. Bayatlar ve Avşarlarla, İran’dan çıkıp, Güney Anadolu’ya ulaştıklarında kışlak olarak, Maraş’tan Halep ve Şam’a kadar Amik Ovasını, son asırlarda ise Osmaniye, Haruniye taraflarını kışlak; yine Maraş’tan başlayarak Göksun, Afşin, Elbistan, Gürün, Uzun Yayla arasıyla Sivas, Kayseri, arasını yaylak edinmişler. Daha sonra Sivas’ın güneyini, Arapgir, Divriği, Kankalı’yı da kapsayan ve hatta Tokat, Yozgat, Amasya ve Çorum’a kadar da uzanıp buralarda yaylamaya başlamışlar. Saydığımız yerlerin tamamını Dulkadirlilerin kurulduğu 1337’den 1691 yılına kadar aynı aşiretler hep beraber kullanmışlar. Meşhur Osmanlı Tarihçisi Naima şöyle diyor. “Beğdililer Maraş, Halep, Diyarbekir arasında çok geniş kışlak sahalarında dünyanın en güzel yaylalarına sahiptirler.” Evet Fiziki haritalarda da hakikaten bu bölgeler öyle görülüyor, ama şuda bilinmelidir ki, Beydili-İlbeyli-Elbeyli’ler bu yaylak ve kışlakları tek başlarına değil, Bayatlar ve Avşarların da olduğu birçok oymaklarla beraber kullanmışlar. Prof. Dr. Faruk Sumer’e göre Diyarbekir Türkmenleri, Maraş Dulkadirli Türkmenleri ve Halep Turkmenlerine, Boz Ulus Türkmeni adı verilmiş ve bölgelerinden dolayı da bunların üçüne birden Ekrat Türkmenleri de denilmiştir. Kürt değillerdir ve zaten Kürt olan konar göçerlere milli aşiret denilmiştir.

Bir yanlış anlamaya sebep olmamak için şöyle bir açıklama daha gerekli.. Halep Türkmenleri, Dulkadirli Türkmenleri, Diyarbekir Türkmenleri diye bunlardan ayrıca bahsediliyor ve her üç yerin Türkmenlerinin ortak adına Boz Ulus deniliyor. Herhangi bir oymağın Beğdiliden mi, Avşardan mı, Bayattan mı olduğu anlaşılmadığı zaman, bunlar Boz Ulus iiçinde yer alıyorlarsa, oymağının aşiretinin ismi bilinemediğinden hepsine Boz Ulus Turkmeni denilmiş. Oymağı ve aşireti bilinenlere ise ana gövdesi nerede ise o oymak ve aşiretin ismiyle anmışlar.

Örneğin falanlar Tecirliden, Dulkadirli Türkmenlerindendir, diye. Tarihi sürecimizi en net haliyle anlatan Beydili-İlbeyli-Elbeylilerin yüzlerce ozanı, aşık ve şairi var. Onlardan biri olan Dedemoğlu, bir şiirinde Anadolu’ya nasıl geldiğimizi şöyle anlatıyor. Çıktık Horasandan sökün eyledik Düşürdüler bizi tozlu yollara Başımıza geldi gördüğüm düşler Aşırdılar bizi karlı dağlara Bölük bölük oldu yüklendi göçler Atlandı ihtiyar yayandı gencler Basımıza geldi gördüğum dusler Düşürdüler bizi gurbet ellere Gehi konduk gehi göçtük yollardan Bilip bilmediğim garip illerden Kerbela çölünden ıssız dağlardan Bizden sonra bir nam kalsın illere Oradan gecirdik sürdük Colab’a Seksendortbin evdir gelmez hesaba Deve koyun coktur insan kalaba Susuz hayvan inilesir gollere Geldik Anadolu Kayseri dağı Gorundu Sivasla Gemerek bağı Cat akdere derler zilenin sağı Samsun, Trabzon, Çorum ellere Kara dere derler bir gece kaldık Gezerdik belayı burada bulduk Ne yaman dertlere giriftar olduk Bakmazmısın badi semum yellere Dedemoğlu der ki askın bağından Asırdılar bizi Yozgat dağından Anadolu Sivas şehri sağından Bir zamanda destan olsun dillere. Ozan Dedemoğlu Beydili-İlbeyli-Elbeyli’nin Horasan’dan çıkıp Anadolu’ya gelmesini böyle güzel bir şiirle süslemiş. Şairin diğer şiirlerinde de kendisinin 1691 yılında devletin Beğdili aşiretini Rakka’ya Colab’a sürüp yerleştirdiğinde onların içinde olduğu da anlaşılıyor.

Beğdililerin Horasan istikametinden Anadolu’ya gelişleriyle, Beğdililerin Rakka’ya yerleştirilmeleri arasında tahminen 500 sene gibi bir zaman var. 1200-1691 yılları arasında Dedemoğlu, atalarının Anadolu’ya gelişlerini ya babadan dededen tevatüren, ya da yazılışını bir yerden görüp okuyup öğrenmiş, tekrar sürgün gibi çıkış gelişleri de şiirlerine yansıtmıştır.

Bakın dördüncü dörtlüğün bir mısrasında “Oradan geçirdik sürdük Colaba” diyor. Colap ise 1691 Rakka sürgününe denk geliyor. Colap kelimesinin geçtiği dörtlük oraya başka bir şiirden karışmışta olabilir ama Dedemoğlu’nun şu şiirinde de Rakkaya- Colab’a varıp nasıl yerleştikleri şöyle anlatılıyor. Toplandık aşiret geldik Colaba Başbend Firuz Beyin değil mi Emretti beyler konduk yan yana Hacı Alinin yurdu Seylan değil mi Ondan asağıya budak duzuldu Bend sahibi ismi ismine yazıldı Burda Berk ağanın keyfi bozuldu Torunların yurdu Sirvan değil mi Yurt verildi ulaslının beyine Oda kondu Berk ağanın sağına Firkat geldi Akcakale dağına Bayındırın yurdu goncan değil mi Dedem oğlu haymaların kurulsun Çekilsin bayraklar mehter vurulsun Doğulsun kahvende harbin cağrılsın Aptalların yurdu oren değil mi.

Dedem oğlu’nun bu türküsündede kendisinin Rakka’ya gönderilen aşiretinin arasında olduğu görülüyor. Rakka’ya gönderilen Beydili-İlbeyli-Elbeyli aşiretlerinin umum baş beyi Firuz Bey imiş. Anadolu’da iken Osmanlı Firuz Bey’e nedense bir mevki vermemiş. Bir de aşiretiyle beraber Rakka’ya göndermiş. Buna çok üzülen ve bu duruma kahren 30.000 çadırlık aşireti, yani Beğdilinin bir bölüğüyle Rakka’dan İran’a gitmiş. Dedem oğlu beyleri olan Firuz Bey’in hasretiylede şu şiirini yazıyor. Yıkılsa da bir araya derilse Yenilse içilse sohbet verilse Asılsa bayraklar mehter vurulsa Aluben astığım günler olur mu Yolum Aşsa karlı dağın sağından Gülün dersem ber devlinin bağından Tütünsüzden musullunun dağından Bayrağım açtığım gunler olur mu Dedem oğlu kır atının ustune Eğri kılıç ala idim destime Beğdilinin aneğini ustume Aluben açtığım günler olur mu Dedemoğlu’nun yukarıdaki iki şiiri de Ali Rıza Yalkın’ın “Cenupta Türkmen Oymakları” adlı kitabından alıntıdır.

Dedemoğlu şiirlerinde Beğdilileri Horasan’dan çıkarıp Kuzey Suriye’ye de Halep’e, oradan da Sivas’a getirildiği zamanları anlatılırken, başka bir zamana ait Kadir Baba isimli Beydili-İlbeyli-Elbeyli şairlerinden biriside aynı aşiret mensubu Beydili-İlbeyli-Elbeyli’leri Halep’ten alarak Sivas’a getirilişlerini konu alan şiirinde şöyle söylüyor. Elbeyli (ilbeyli) dediğin bir beyin adı Yöresi töresi yurdu beraber Göçebe olarak Halepten geldi Koyunu kuzusu kurdu beraber Ana yurttan cıkıp dağlar astılar Ovaları tepip ırmak gectiler Sivas yaylasında bir yer sectiler Amcası yengesi vardı beraber Beylerinin dort yanını sardılar El bağlayıp divanına durdular Mensurlu koyune yuva kurdular Yakıstı obası sardı beraber Uredi koyunlar kuzular burda Ceylanlar avlardı tazılar burda Coğaldı Yorukler sığmadı yurda Gerilen cemberi kırdı beraber Bir değil bes değil on koy oldular Suruleri yaylalara saldılar Birlik olup beraberce gulduler Ayrılık onlara ardı beraber Adı Huseyin’mis Yoruk beyinin Gumustenmis direkleri evinin Sayısı kırk iki olmus koyunun Yasayıp ne gunler gordu beraber Yoruk derler yayla yayla gezene Meraklıydı okuyana yazana Sonunda alıstı yerli duzene Toprağı isleyip surdu beraber Beylerini kral gibi bildiler Birlik olup kaleleri deldiler Kararlarda istisare kıldılar Kıvancı tasası derdi beraber Sen olurmus duğunleri toyları Guresirmis ağaları beyleri İncir ormanıymıs Sivas dağları Toplayıp inciri yerdi beraber Cok yiğitmis Osmanıyla Alisi Gül açarmıs dağlarında çalısı Severmiş onları Sivas valisi Devletle arası sırdı beraber Muskulunu alimlere sorardı Geri kalmaz ileriyi tarardı Dusmanı girmeye delik arardı Dostunu basına kordu beraber Kadir baba menzilime everim Varamazsam dizlerimi doverim Elbeylinin her aynını severim Cemi cumlesini ferdi beraber Kadir Baba’nın Beydili-İlbeyli-Elbeyli’lerin Anadoluya ne zaman, nerelerden ve nerelere geldikleri anlattığı bu şiiri Kadir Purlu’nun “Sivasta İlbeyli Turkmenleri” adlı kültür kitabından alıntıdır ve tamamının 24 dötlük olduğu, buraya yalnızca 12 dörtlüğünün yazıldığını anlıyoruz.. Beydili-İlbeyli-Elbeyli’lerin ne zaman ve nerelere yerleştiği veya yerleştirildiklerine gelince; 1071 Malazgirt zaferiyle Türklere Anadolu kapısı açıldıktan sonra Oğuz Turklerinin her boyundan kümeler, grup grup ve ara ara fethedilen yerlere hemen evlerini ve hayvanlarını konuşlandırdılar. Oğuz Türklerinin tamamı Anadolu’ya geldiğinde Osmanlı Devleti zamanında göçebelerin idareleri durum ve vaziyetleri icabı yönetimi zorlaşınca, birde ha bire çoğalarak arkadan gelen önce gelenlere yetişip soylar, akrabalar, oymaklar bir araya gelip büyük yığınlar oluşturunca, bazı zaman ve bazı yerlerde devleti dinlememe ve yönetime karşı çıkma gibi girişimler oldu.

Tabiiki Osmanlılar haklı olarak bunları parça parça oymaklara ayırıp, başka isimler takmış ve karşıma blok güç oluşturup yönetimimi güç durumlara sokmasınlar diye uyguladığı iskan takdiğiyle zamanla akrabalık ve tarih bağlarını siyaseten zayıflatarak koparmış. Devlet bunların yerleşenlerine Türk, göçebe olanların bir kısmına Yörük, bir kısmına da Türkmen demiş. Büyük soyların bir kısmını bölmüş, onlara ayrı ayrı yaylaklar göstermiş, bir kısmına başka isimler takmış, bir kısmını bazı vaatlerle birbirine soğutmuş ve parçalamış. Yani soyları, boyları, aşiretleri kuvvetli oymakların hepsininde birlik ve beraberliklerini stratejik olarak bozup devlete karşı direnemeyecek hale getirmiş.

Beydili-İlbeyli-Elbeyli Oğuz Turkmen boyu; güneyde, Maraş’tan Halep ve Şam’a kadar kışlak yeri tutmuşlar. Yine Maras’tan bu tarafa ise Göksun, Afşin, Elbistan, Darende, Arapgir, Divriği, ve eskiden Yeni İl denilen Gürün, Hekimhan, Kangal, Altın Yayla, Şarkışla, Pınarbaşı, Sarız ve Uzun Yayla aralarıyla Sivasın güney ve güney batısı arasından Yıldızeli, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kayseri’nin doğu tarafından, Saimbeyli ve Feke’nin doğusundan da Göksun ve Maraş arasına yaylak ve otlak yerleri olarak yerleşmişler.

Ana gövdeyi oluşturan Rakka-Colap’taki Beydili-İlbeyli-Elbeyli’lerse oralarda yaklaşık bir asır kaldıktan sonra 19. asrın başlarında Abbas Paşa’ya yenilmiş ve dağıtılmışlar. Batı istikametine doğru Rakka-Colap’tan Antakya, Adana, Tarsus ve Mersin’e kadar yayılıp, parça parça Anadolu içlerine doğru gelmişler. Oba oba en çok Gaziantep, Kilis, Kahramanmaraş, Antakya, Osmaniye, Mersin, Tarsus ve çevrelerinde yoğunlaştıkları aşikar. Fakat bunların çoğu gittikleri yerlerin birçoğunda Beydili-İlbeyli-Elbeyli ismini taşımamış, başka başka isim ve lakaplar almışlar.

Tabiiki dört yerde toplu olarak bulunan oymaklar hariç.. Toplu oldukları mekanlarda Beydili-İlbeyli-Elbeyli ismini hepside muhafaza etmişler. Bunlardan 42 köy Sivas’ta, 15 köy Kilis’te, 20 kadarı Mersin Gülnar’da, 27 köy de Suriye de bugünkü Halep’e bağlı Münbic ve Sacur suyu çevresinde yer alıyor. Rakka’dan ve Colap’tan dağıtılan oymaklardan Anadolu içlerine gelenler çok azdır. 2005 yılı itibariyle Suriye’de 27 adet Elbeyli köyü tespit edilmiş ve isimlerinin; 1-Silsile, 2-Halil oğlu, 3-Mulla Yagup, 4-Ayasa, 5- Bablıman, 6-Kadılar, 7-Çörten, 8-Arap pazı, 9-Yıldız, 10-Gara göz, 11-Usbalar, 12-Haydar paşa, 13-Eşekci, 14-Taflı, 15-Kurucu hüyük, 16-Memili, 17-Gocalı, 18-Ziyaret, 19-Daş kapı, 20-Zilif, 21-Sandı, 22-Kalkım, 23-Sekizler, 24-Kersenli, 25-Mazıcı, 26-Alcı, 27-Tilasa…Olduğu anlaşılmıştır.

Bu köylerin çoğu Halep’e göçmüş olmasına rağmen yinede buralardaki mevcudiyetlerinin kalabalık olduğu biliniyor. Bu yazılan 27 tane Elbeyli köyünün dışında Fırat Nehri’nin doğu ve batı kıyılarında 16 tane daha Beydili köyünün olduğu, aslen Beydili-İlbeyli-Elbeyli aşiretinden olmasına rağmen tamamen Araplaştıkları ve Türkçe bilmedikleri de belirtiliyor. Ama yinede Türk ve bu aşiretin mensubu olduklarını, hatta Elbeylinin hangi oymağına mensup olduklarını dahi iyi bildikleri belirtiliyor. Zaten bulundukları yöreler Suriye’deki Elbeyli köylerine çok yakınlar. Konuyla ilgili Prof. Dr. Faruk Sümer’in “Oğuzlar-Turkmenler” adlı kitabının 197. sayfasında şöyle deniyor.

“Boz ok (Yozgat) bölgesi ve bazı komşu yöreler Kara Tatar denilen Moğolların başlıca yaşadıkları yerlerdi. Timur’un bunlardan çoğunu Türkistan’a götürmesi üzerine XV. yüzyılın ilk yıllarında Dulkadirli iline mensup teşekküller zorluk çekmeden Yozgat ve komşu yorelerde yurt tuttular. Simdiki Sivasın güney batısındaki 42 Elbeyli köylerinin yeri de Yozgat a komşu yöreler sayılır. Buradanda Kara Tatarlar Türkistan’a götürülmüş gibi gözüküyor.

Kara Tatarlar’dan boşalan bu yerlerede Beydili-İlbeyli-Elbeyli’ler aynı tarihte yani XV.yüzyılın ilk başlarında veya kısa bir müddet sonraları yerleşmiş olabileceği varsayılıyor. Zaten Yozgat, Sivas ve çevresi Anadolu’ya geldiklerinden beri Halep Dulkadirli Türkmenlerinin yaylakları olduğu eskiden beri biliniyor. Hatta Çorum, Amasya, Canik Dağlarından Tokat’a kadar buralar Beydililer, Avşarlar ve Bayatlar tarafından yaylak olarak kullanılmış.

Sivas’ta Buruciye Medresesi’ndeki bir tas madalyonun üstünde Elbeli kelimesi yazıyor ve Yozgat’taki Dulkadirli Türkmenleri ile Sivas’taki Elbeyli köylerinin o zamanlar Tokat Hoca Haslarına yani aynı yere vergi ödedikleri, mali yönden bir yere bağlı oldukları biliniyor. İyi bilinmelidir ki; dünyanın neresinde Türkler varsa orada mutlaka Oğuzlar da vardır ve nerede Oğuz varsa orada Beğdili-İlbeyli-Elbeyli’de vardır. Ayrı ayrı da olsa hepsinin adları ve oymakları vardır. Türki devletlerde Afganistan, Turkistan, Pakistan, Azerbaycan, Ozbekistan ve diğerlerinde Oğuzun Beğdilli mensuplarının bulunduğuda varsayılmaktadır. Fakat bu aşiretlerin adı geçen devletlerin hangi bölgelerinde olduğu, ne kadar, hangi isim ve unvanı takdıkları hususlarında kesin bir bilgi yoktur. Beğdili-İlbeyli-Elbeyli’de Boy, Kol, Asiret, Oymak, Oba ve Aile Teşkilatları konusunda şöyle bir karışıklık var. Bir çok kaynakta obaya aşiret, aşirete oymak, oymağa kol deniliyor, Oysaki Kavim bir milletin genel ismidir.

Örneğin Türk Kavmi. Boy-Soy ise bir kişiden üremiş olanlara deniliyor. Mesela; Beğdilliler. Kol sözüne gelince bunlarda boydan bölünenleri ifade ediyor. Aşiret ise on iki oymaktan meydana gelir. Oymak demekte aşiretten küçük olan topluluklara, Oba da oymaktan küçük olan topluluklara deniliyor. Aile ise üç kısımda ifade ediliyor. Bunlar küçük, orta ve büyük diye. Küçük aile dediğimiz dede ve torunlarını, Orta aile, kardeşler, emmi, dayı, hala, teyze ve bunların evlatlarını, Büyük aile ise yedi göbek topluluğu kapsıyor.

Kabile ve soy kelimelerine gelince bunlar yukarıdaki yedi birimin yani kavim, soy-boy, kol, aşiret, oymak, oba ve aile kelimelerinin tamamının yerinde kullanılıyor. Beğdili-İlbeyli-Elbeyli Türkmenlerdeki bu boy teşkilatı, Türkiye’deki askeri teşkilata çok benziyor. Örneğin askeri birimlerimizdeki Ordu, Kol Ordu, Tümen, Tugay, Alay, Tabur, Bölük gibi. Bugün Orta ve Batı Anadolu’nun bazı yerlerinde Türk, Yöruk, Türkmen köylerini yanyana görmek mümkündür.

Bu şu şekilde izah edilebilir. 1- Türk denilen köyler, o bölgeye Selçuklular zamanından daha önce yerleşenlerdir. 2- Yöruk denilen köyler oralarda 17. asırdan önce yaşayan ve son asırlarda yerleşen yörüklerin kurduğu köylerdir. 3- Türkmen köyleri ise 17. asırdan itibaren Orta ve sonrada Batı Anadolu ile Marmara bölgesine göç edip oralara yerleşen Boz ulus dediğimiz Halep Türkmenleri ve Sivas’ın güneyindeki Yeni İle mensup oymaklar tarafından meydana getirilmiş olanlardır. (42 adet İlbeyli köyleri hariçtir.) Yani Türk, Türkmen, Yöruk, Manav, Çepni, Tahtacı, Alevi, Kızılbaş adları ile anılan topluluklar arasında hiçbir kavmi fark yoktur.

Hepsi de Oğuz ilinden yani Oğuz soyundan gelmişlerdir. Beğdili-İlbeyli-Elbeylilerin bundan 300 sene önce Osmanlılar zamanında bulundukları yerlere gelince; Cevdet Türkay’ın “Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatlar” adlı kitabının 428’inci sayfasında şöyle diyor. Beğdili-İlbeyli-Elbeyli Halep, Sivas, Rakka ve Maraş eyaletlerinde cemaat olarak bulunurlar ve Türkmen taifesindendirler.” Diyor.

Yukarıda sadece Sivas’taki (ilbeyli-elbeyli)’ler kastedilmektedir. Hepsi ve her yerdekiler değildir. Bütün tarihlerde ve tarihçilerimize göre Beğdili-İlbeyli-Elbeyli’lerin tamamı konar göçer Türkmen aşireti olup değişik zamanlarda değişik yerlere yerleşmişlerdir. Karahisartatlısı Köyü ve tüm Beydili Köylerinin Bozok Platosundaki en çok duyduğumuz ünvanlarından biri ise Mamalı/Mamalu Türkmenleri olarak bilinmesidir. Yozgat (Bozok)'a 17. yüzyılın sonlarında devlet tarafından yerleştirilen ve Halep Türkmen oymağı diye anılan bu Beydili Aşireti, 1728’de Yen İl (Sivasın Güney İlçeleri) Has Mütesellimligine getirilen ve bu görevdeki başarısıyla 1732’de tüm Mamalı Türkmenlerin mütesellimliğine yükseltilen Çapanoğlu Ahmet Ağa ile daha çok duyulmuştur.

Faruk Sümer'in “Oğuzlar” adlı kitabında Mamalu Türkmenleri için Bozok Sancağını yani Yozgat civarını yaylak, Çukurova-Halep dolaylarını ise kışlak olarak kullanırdı. Deniliyor ve Mamalu Türkmen Aşiretine bağlı olan Berberli cemaati, Konya Merkezine ve ağırlıklı olarak Meram İlçesine yerleştirilmiş, hali hazırda yüzlerce ailesiyle tüm ülke genelinde yaşamını sürdürmektedir denilirken, başta Çapanoğulları olmak üzere, Türkiye'nin her yerine dağılan Mamalu Cemaatlerini şöyle sıralıyor.

SARIÇOBAN TORUN DAĞLI KAFİRKIRAN KIZILLI SARILAR KARACALI ALİBEYLİ MAMALU OYMAĞI BEYİ BEKTAŞ SELMAN FAKILI (MAHMUD) KIRIK EL-HAC ALİ VE AKRABASI TURGUD ÖMER BEY ÇAKALLI ŞARIKLISI HAYDARLI NEFESLİ YAKUBLU YAKUB, YAKUBİLER BEÇİLÜ ARİFE GAZİLİ KELLER AL-İ GANEM ŞARKLI (KARA ŞARKLI OYMAĞI) ŞEREFLİ, ŞEREFOĞLU HACI ŞEFAATLÜ GÜLABİOĞLU ALİ KETHÜDA (GÖLEABİOĞLU) (KAFİRKIRAN) HASAN KETHÜDA SÜLEYMAN FAKILU SÜLEYMAN HACILU CABER HACILU ABDULLU, ABDALOĞLANLARI, ABDALOĞLU AYVAD HACILU GÖKÇELER, GÖKÇELÜ, GÖKÇELİ CAFERLİ, CAFERLÜ KÖSE KETHÜDA İRHANOĞLU SÜLEYMAN TİMURLU ABDULLAHOĞLU SAZAK, SAZAKLI, SAZAKOĞLU BECİLİ HASAN KETHÜDA HÜSEYİN KETHÜDA HORHORLU KIZIKLI BECİLÜ UĞURLU UĞURLAR, UĞURLU (UĞUR) ELMAHACILAR ŞAHİNOĞLU DİĞER MAMALU DALKILIÇ, DALKILIÇLI DALKILIÇ OSMANOĞLU DALKILIÇ CAF CAF (CAK CAK) DALKILIÇ ABDÜLVAHAP DALKILIÇ GÖKÇELİ DALKILIÇ GÖKÇELİ DALKILIÇ ŞEREFLİ KETHÜDA TİMURCUZ BERBERLİ CANKIRAN LALALI, LALALU, LALELİ, LALELÜ CÜNEYD, CÜNEYDLİ PERVAZLI NEZİRLÜ KÖŞKER, KÖŞKER HACILU MEHMED HACILU VARSAK, VARSAKLU ZEMHERİR KARGA, KARGALU NAKIŞ, NAKIŞLU HACI İSMAİL BURÇLU KARKA, KARKALI, KIRKA, KARKILU BUDAKLUCA SALMAN, SALMANLI MEHMED VE TEBERRÜK SARI DANİŞMENDLİ CEMAATI (TOMARZA-KAYSERİ) KARAHACILU (ANAMUR) HAMZABEYLİ AKÇALAR UĞURLU (ERMENEK) TURGUTLU, TURGUT, DURGUD, DURGUDLU TURGUT (AKŞEHİR) GÖDELER (SEYİTGAZİ) KIZILÖZ (SEYİTGAZİ) YORALICA (SEYİTGAZİ) GÖLÜLER (SEYİTGAZİ)SARIÇOBAN TORUN DAĞLI KAFİRKIRAN KIZILLI SARILAR KARACALI ALİBEYLİ MAMALU OYMAĞI BEYİ BEKTAŞ SELMAN FAKILI (MAHMUD) KIRIK EL-HAC ALİ VE AKRABASI TURGUD ÖMER BEY ÇAKALLI ŞARIKLISI HAYDARLI NEFESLİ YAKUBLU YAKUB, YAKUBİLER BEÇİLÜ ARİFE GAZİLİ KELLER AL-İ GANEM ŞARKLI (KARA ŞARKLI OYMAĞI) ŞEREFLİ, ŞEREFOĞLU HACI ŞEFAATLÜ GÜLABİOĞLU ALİ KETHÜDA (GÖLEABİOĞLU) (KAFİRKIRAN) HASAN KETHÜDA SÜLEYMAN FAKILU SÜLEYMAN HACILU CABER HACILU ABDULLU, ABDALOĞLANLARI, ABDALOĞLU AYVAD HACILU GÖKÇELER, GÖKÇELÜ, GÖKÇELİ CAFERLİ, CAFERLÜ KÖSE KETHÜDA İRHANOĞLU SÜLEYMAN TİMURLU ABDULLAHOĞLU SAZAK, SAZAKLI, SAZAKOĞLU BECİLİ HASAN KETHÜDA HÜSEYİN KETHÜDA HORHORLU KIZIKLI BECİLÜ UĞURLU UĞURLAR, UĞURLU (UĞUR) ELMAHACILAR ŞAHİNOĞLU DİĞER MAMALU DALKILIÇ, DALKILIÇLI DALKILIÇ OSMANOĞLU DALKILIÇ CAF CAF (CAK CAK) DALKILIÇ ABDÜLVAHAP DALKILIÇ GÖKÇELİ DALKILIÇ ŞEREFLİ KETHÜDA TİMURCUZ BERBERLİ CANKIRAN LALALI, LALALU, LALELİ, LALELÜ CÜNEYD, CÜNEYDLİ PERVAZLI NEZİRLÜ KÖŞKER, KÖŞKER HACILU MEHMED HACILU VARSAK, VARSAKLU ZEMHERİR KARGA, KARGALU NAKIŞ, NAKIŞLU HACI İSMAİL BURÇLU KARKA, KARKALI, KIRKA, KARKILU BUDAKLUCA SALMAN, SALMANLI MEHMED VE TEBERRÜK SARI DANİŞMENDLİ CEMAATI (TOMARZA-KAYSERİ) KARAHACILU (ANAMUR) HAMZABEYLİ AKÇALAR UĞURLU (ERMENEK) TURGUTLU, TURGUT, DURGUD, DURGUDLU TURGUT (AKŞEHİR) GÖDELER (SEYİTGAZİ) KIZILÖZ (SEYİTGAZİ) YORALICA (SEYİTGAZİ) GÖLÜLER (SEYİTGAZİ)

Elbetteki tarihi kayıtlar çok daha detaylı ve çok daha açılımlı ama 1402 Ankara Savaşı sonrası Timur’un Kara Tatarları bölgeden götürmesiyle boşalan Yozgat topraklarına, Fetret Devrini bitiren Çelebi Mehmet ve sonrasındaki iskanlarda bir çok yerleşimler olmuş. Ama yıllar sonra bile olsa kalıcı olarak yerleşlenler arasındaki en büyük gurup çoğu Beydili Aşiretinden Dulkadirli Mamalu Türkmen Aşiretleri iskan edilmiş.

Şimdi iimizde Oğuzların her boyundan oymaklar olsa bile içlerindeki en büyük oymak yine biziz. Yukarıda sayılan hayvancılıkla geçinen oba ve oymakların geniş otlaklara ihtiyacı olduğu ve çok geniş arazilere yayıldığını düşünün. Türkiye’nin her yerinde kadim ve köklü akrabalarımız olduğunu bilmeliyiz. Rakka Sürgünü dediğimiz yıllarda, acımasız eşkıyalıkları ve kalleş savaşçılıkları ile Rakka ve çevresine zaraman ağlatan belalı Sammar Arapları varmış.

Osmanlı toprağı olan bu bölgede onlara dur diyebilecek cesaret ve yiğitlikte en uygunu ise yiğit Beydili Aşireti olduğu için Devlet zorunlu iskanla Beydili Aşiretini Rakka’ya götürmüş. Tabiiki bu yiğit Beydili Aşireti istemeyerek Rakka’ya gitmişler ama Sammar Araplarını da duman etmişler. Bölgede adalet ve asaletleriyle nam salmışlar. Yav bu tarih ne kadar kısaltıyım deseniz bile ha bire uzayıp duruyor.

Biz yarımda kalsa tarih anlatımızı burada bitirelim ve devamını bir sonraki yazımızda daha genişçe anlatalım. Güzel insanlar tarihi, coğrafyası, edebiyatı, geleneksel motifleri ve etnoğrafik aksesuarları zengin, Oğuz Törelerinin yaygın olarak yaşandığı Karahisartatlısı Köyümüzle ilgili daha kapsamlı bir yazı daha yazacağım.

Elbetteki yazarken unuttuğum bir çok değerimizin olduğunu biliyor, kendilerinden ve yakınlarından özür diliyorum. Bir sonraki yazımda bu değerlerimizi ve geçmişimize kattığı güzellikleri çok daha geniş haliyle mutlaka yazacağım.

Berrak doğası, memba tadındaki suları ve cömert insanlarıyla tanınan Karahisartatlısı insanlarını hepimizde takdir ve hayranlıkla izledik. İzzet ve ikramlarını gördük. Bozok Yaylasının süsü, coğrafyamızın incisi, Yozgat’ımızın yüz akı, yiğit, cömert ve vefalı insanların yaşadığı bu güzel köyün onurlu insanlarına hemşehri kimliğimize saygınlık kazandırdıkları, övünç ve gurur verdikleri için ahirete intikal edenlerine Allah’tan rahmet, yaşayanlarına sağlık, mutluluk ve uzun ömürler diliyorum.

Mor dağları, altın rengi üzümleri, ballı meyveleri, cömert yürekleri, görgülü insanları ve karşılıksız dostluklarıyla sürekli sevgi ve güzellik üreten pırlanta kalpli Karahisartatlısı köylülerine bu kitabımı hediye ediyor, gönül dolusu muhabbetlerimi sunuyorum.

Gazeteci Yazar Özgün Orhun ÇAKIR

0537 587 27 80

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.