Bir yargı mensubu olarak açıkçası gördüğüm adaletsizliklerden veya toplumsal kaygılardan bahsetmek istemiyorum. Çünkü sosyal medyanın da etkisiyle ülkenin her hangi bir yerinde bir ferdin başına gelen adaletsizlik bizlere de tezahür etmektedir. Bizlerde buna muhatap olmaktayız.
Ben bugünün konusunu daha kavramsal olarak ele almak istiyorum. Öncelikle adalet, benim için öncelikle insanın kendisinde bulmasıyla, kendi içinde bulduğu bir olgu, ikinci olarak ta toplumda bulduğu bir olgudur. İnsanın kendinde bulmasını en güzel Kınalızade Ahmet Çelebi Efendi özetliyor; “Ahlak-ı Alai” Kitabında der ki: “İnsanda üç esas meleke vardır. Bunlar, konuşma, arzu ve öfkedir” der. “Bunların ifrat ve tevhidi insanın felaketidir” diye devam eder.
Hikmet, iffet, cesaret
Biliyorsunuz ki insanın felaketi toplumun da felaketidir. Bunların itidali, yani dengeyi bulması gerekmektedir. Konuşmanın dengesi hikmet, arzunun dengesi iffet, öfkenin dengesi ise cesarettir. İnsan eğer 3 hususu bulursa kendinde adaleti bulmuş demektir. Aslında burada şunu demek istiyor: “İnsan önce nefsine acizdir, nefsine aciz olan insan öncelikle kendisine adaletsizdir, kendine adaletsiz olan insanınsa toplumda adaletli olması ve toplumdan adaleti bulması mümkün değildir.”
Eflatun’un Adalete Bakış Açısı
Adalet algısı, insandan insana, kişiden kişiye değiştiği için şöyle diyebiliriz: ”Her insanın bir adalet algısı vardır, adalet bir bekleyiş, bir umut, bir özlemdir…Dolayısıyla, insandan insana değiştiği için bir yanılsamadır. Toplumdan topluma da değişmektedir. Ancak toplumlarda somut olarak tezahürü kanunlarla ve normlarla bulmaktadır. Normlarla kendini ifade etmesini de Eflatun Devlet kitabında anlatmaktadır. Bunu ise haksızlığa uğrayan ve haksızlığı edende tanımlamaktadır. Her zaman der ki, “Haksızlık eden her zaman iyidir, haksızlığa uğrayan da her zaman kötüdür. Hangi toplum olursa olsun, haksızlığa uğrayanlar daha fazladır. Ancak her bir birey, haksızlık ede ede ve haksızlığa uğraya uğraya birinde acısını, diğerinde tadını yaşamaktadır. Ve insanoğlu; haksızlığa uğramaktan kaçınamayacağını fark etmiştir. Bu da insanları bir araya gelmeye, bir şekildi anlaşmaya itmiştir. Bu anlaşma yoluyla insanlar normlar, kanunlar koymuşlar ki doğru olan budur, doğrunun özü budur demişlerdir. Doğruluk ise orta yolunu şurada bulmaktadır: haksızlık edenin cezasız kalmamasında ve haksızlığa uğrayanın öç alamamasında bulmaktadır. Ancak bu her iki taraf içinde iyi değildir, çünkü her iki tarafında menfi yönlerine dokunmaktadır. Ancak bunun kanunların değerli olmasını sağlayan şey ise bir insanın her zaman için haksızlık edemeyecek olmasıdır.
Günümüzde şu an toplumda adaletsizlik algısının daha fazla yerleşmiş olmasının bir sebebi kanunların ve normların önemini yitirmiş olmasıdır. Çünkü insanoğlu haksızlık edebildiğini ve kanunların, normların bunun önüne geçemeyeceğini fark etmiştir. Burada kanunlar ve normların öneminden ziyade haksızlık edenin güç kazanmasından bahsetmek aslında doğru olur.
Burada sözlerimi kısaca kapatmak istiyorum, çünkü siz değerli üstatların karşısında çok heyecanlıyım; heyecanımı mazur görün. Sözlerimi Özdemir Asaf’ın en sevdiğim sözleriyle kapatmak istiyorum:
“İnsansız adalet olmaz,
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu?
Ama olmaz olsun.”
----
Çok teşekkür ediyorum.